DOÇ.DR.CENGİS T. ASİLTÜRK

Tarih: 15.06.2019 10:53

KISA FİLMİN UZUN HİKÂYESİ

Facebook Twitter Linked-in

              KISA FİLMİN UZUN HİKÂYESİ

indir

         İmrenerek bakıyorum şu gençlerin düşlerinin peşine takılıp gitmelerine...

      Aklına bir insan hikâyesi takılmış; buradan hareketle de kısa film çekme düşünün peşine düşmüş, güzelim dünyaya bir kameranın vizöründen bakma heyecanı ve arzusuyla dolu gençlerle konuşurken...

     Belki de şöyle demeliyim: Başına, kısa bir film çekme düşünü sarmış, dünyaya bir kameradan bakma heyecanı ve arzusuyla dolu gençlerle konuşurken... İlk kısa filmim olan Özgürlük Tutkusu’nu çektiğim günleri anımsıyorum; Özgürlük Tutkusu’nu Mehmet Eryılmaz’a izlettiğim günlerdeki heyecanı duyuyorum... İnsanlara görsel hikâyeler anlatmak istiyorsunuz. Yaptığım sinema yolculuğunu anımsarken zihnim yoruluyor. Ürküyorum. Onca çabaya, onca düş kırıklığına değer mi diyorum?

    Değmez biliyorum. Kolay yaşantılar var... Düş kırıklığına yol açmayan, sakin, karmaşık olmayan, en azından belirsizlikleri daha az yolculuklar...

   Yürür gidersin. Kumsalda şezlonga ya da bir ağacın gölgesine uzanıp gözlerini yummak için, uyumak için...

    Kısa film çekme düşü kurmak ağır, yorucu, zorluklarla dolu bir serüveni göze almak... Bugün olsa, bugün 1987 yılında olsam aynı serüvene atılır mıyım? Hayır! O günleri anımsarken bile kendimi yılgın hissediyorum... Yorgun hissediyorum... Değer mi katlandığın onca eziyete, onca yorgunluğa, onca çabaya, onca düş kırıklığına...

   Hayır (değil mi) yoksa? Bunu düşünüyorum... Düşlerinin peşine düşmüş kısa filmci öğrencilerimi ayakları sürükleyip odama getiriyor. Onları öyle heyecan içinde görünce, çaylarını getirip sunarken, sinopsislerini ya da tasarılarını dinlerken, film üzerinden düşlerinin peşinden giden esmer bir genç gelir gözlerimin önüne. Düş kırıklıklarıyla, inancıyla, sabrıyla bir genç... Kalbindeki heyecanı anımsıyorum; onun zihninden geçenleri anımsıyorum. Gördüğü rüyaları anımsıyorum.

    Film Festivallerinde filmi gösterilirken izleyiciler arasındaki duruşunu, oturuşunu, heyecanını, kalbinin vuruşunu anımsıyorum...

    Kalbinin o filmlerin peşinden dünyanın dört bir yanına Nürnberglere, Frankfurtlara, Los Angeleslara, Fransalara, Çekoslovakyalara, İranlara, Kanadalara, İstanbullara, Adanalara kadar sürüklenip gidişini anımsıyorum.

    Unutuluyor mu o gümüş yıllar... O büyük heyecan... Kameranın içinde dirilen hakiki Cennet... Değer mi onca çabaya... Değmez... Bunu aklen biliyorum... Değmez mi? Hayır, değer! Bunu kalbim samimiyetle biliyor... Kafam karışık, hepsi bu...

    Hayır, değmez onca düş kırıklığına...

    Bir kısa film çekme düşünün peşine düşmüş heyecan ve arzu dolu gençlerle konuşurken, kendi kendime, “hayır” diyorum, “değmez...”

    Ama...

   Bugün onların yaşında olsam, bunca deneyimden sonra, şu gençlerin yerinde ben olsam, yine o esmer delikanlı olsam, yine öyle yaparım, hayallerimin peşine takılır giderim, eskisi gibi kırıklıkları yaşarım, şu gençler gibi, onlar gibi, yürür giderim yepyeni dünyalar kurmaya...

   İmrenerek bakıyorum şu gençlerin düşlerinin peşine takılıp gitmelerine...

              Belki de hayat böyle bir şey...

             Belki... Hayat... Böyle bir şey...

Cengis Asiltürk


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —