PINAR YEŞİLTAY SEVİM

Tarih: 17.02.2020 22:05

İnsanoğlunun Değersizlik-Suçluluk Duygusu, Sevilme Arzusu-Kaybetme Korkusu

Facebook Twitter Linked-in

       Son zamanlarda insanları ikiye ayırır oldum; “Sınır bilmezler” ve “sınır tanımazlar” diye. Bir yanda kendi kişisel sınırlarını belirleyemedikleri için herkese yaranmaya ve her talebi yerine getirmeye çalışan “hayır diyemeyenler”, diğer yanda narsistik kişilik geliştirmiş ve her şeyi kendine reva görüp herkesi kendine kul köle görenler, “Hayır!” sözcüğünü kabul etmeyenler.

İnsanoğlunun bağlılık-bağımlılık, değersizlik-suçluluk duygusu, anlam arayışı-anlamsızlık kaygısı, sevilme arzusu-kaybetme korkusu ile besleniyor tüm tutum ve davranışları. Tüm bunlara göre şekilleniyor hayatlarımız. Aslında iki gruba ayırdığım “hayır diyemeyenler” ile “hayırı kabul etmeyenlerin” beslendikleri damarlar benzer. Bu damarlar ağırlıklı doğum öncesi gelişim sürecinde annenin duygularının ve kaygılarının aktarımı ile oluşuyor, bebeklik çağındaki “güvenli bağlanma” ile devam ediyor ve çocukluk çağındaki aile ve çevre tutumları ile belirginleşiyor.

Hepimiz hayatta anlam arıyoruz!

Ölümlü bir dünyada varolmanın ve hayata tutunmanın mücadelesi içindeyiz. Bazen başkalarına kendimizi sevdiremezsek hayatta kalamayacağımıza inanıyoruz. Bazen de salt değerli hissedebilmek adına aslında istek ve arzularımız aksi olsa da topluma uyuyor maskeler takıyoruz.

Ahh bir kendimiz olabilsek, ahh bir kendimiz kalabilsek!

Çocukluk çağında ebeveynlerimizin söylemleri ile şekillenen ve tutum ve davranışları ile köklenen bazı değer ve duygularımız ilerleyen yaşlarda sınır koymamıza ya da sınır tanımamıza engel teşkil ediyor maalesef.

Kabul görmek için mutlaka karşı tarafı memnun etmek gerektiğine inanabiliyoruz bazen.

Bazen de ideal sınırlarımızı darmadağın etmesine müsade ederek salt kabul görmek, sevilmek için istemediğimiz davranışlarda bulunarak değerlilik arayışına giriyoruz. İlk anlarda eksikliğini hissettiğimiz değerlilik duygumuz tatmin olur gibi olsa da zamanla benlik algımızı yok ediyor, kendimiz olmaktan uzaklaşıyor ve maalesef mutsuz, depresif bireylere dönüşüyoruz.

Kaybetme duygusu da neden olabiliyor kendimiz olmaktan uzaklaşmamıza ve “hayır diyemeyenler” grubuna dahil olmamıza. Çünkü geçmişte “EĞER…” ile başlayan cümlelerle terbiye edilen bir çocuksak, eğerin şartını yerine getirmezsek kaybedeceğimize inanıyoruz. “Eğer böyle davranmaya devam edersen annen olmayacağım, eğer böyle yaparsan seni sevmeyeceğim…” gibi cümleler kayıtlı bilinçaltlarımızda. Her bebek, çocuk ya da yetişkin gibi sevilmek istiyoruz koşulsuzca ama bilinçaltı kodlarımız sevgiyi şarta bağlıyor her defasında. Bir süre sonra bizler de kendi ebeveynlerimize benziyor ve çocuklarımıza benzer cümleler kurmaya başlıyoruz.

Suçluluk duygusu gibi illetler çıkıyor karşımıza, ya onu kırarsam üzersem… diye diye sınırlarımızı yıkıyoruz. Sebep olmak istemiyoruz karşımızdakinin sözde mutsuzluğuna da kendimizi, öz benliğimizi zedeleye zedeleye “tamam, olur” diyoruz. Hiç düşünmüyoruz verdiğimiz sözü tutmanın bizdeki bedelini. Çünkü en çok biz yabancıyız kendi mutluluk, istek ve ihtiyaçlarımıza.

Tanımıyoruz kendimizi, öylesine aile/toplum baskısı ile kuşatılmışız ki başka türlüsünün de olabileceğine inanamıyoruz bir türlü. İstemeye istemeye yapıyor, gidiyor ya da kalıyoruz. Elalem denen o topluluk dışlamasın, yalnız kalmayalım, herkes bizi sevsin istiyoruz. Fedakarlık yapmış olmaktan ikincil faydalar sağlıyoruz, kabul görmek adına ödün veriyoruz.

Sınır tanımayanlarda ise öyle derinlerdeki bağımlılık, değersizlik-suçluluk duygusu, anlam arayışı- anlamsızlık kaygısı, sevilme arzusu-kaybetme korkusu …Alıp çıkarmak yüzleşmek ve iyileşmek çok daha zor. Derinlerine inmeye cesaret edemedikleri ve kendilerini korumak zorunda hissettikleri için ihlal ederler diğerlerinin sınırlarını. Genellikle naristik karakteri ile dikkat çeker, karşılarındakilerin de duygu, istek, ihtiyaç ve sınırları olduğunu kabul etmek istemezler. Kendilerine verilen “hayır!” yanıtını kişiselleştirip dağılabilirler, o nedenle de ne “hayır denmesine” ne de sınır koyulmasına tahammül edebilirler. Öfkeleri öyle güçlüdür ki uzaktan tanırsınız onları.

Varın siz uzak durun onlardan, zira eğer “hayır diyemeyen, sınır koyamayan” iseniz zaten hırpalanmış olan özgüveninizi yerle bir ederler.

Şimdi sizlere hem kendiniz hem de gelecek kuşaklara faydalı olabilmek, çocuğunuzu sağlıklı yetiştirebilmek ama en çok da iç huzurunuzu arttırıp mutlu olabilmek adına bir önerim var.

Lütfen kendinize bir iyilik yapın ve önereceğim kitabı okuyun. Korkmayın “Hayır!” diyebilmek, sınır koyabilmek sizi sevilmeyen, nemrut ve sorunlu yapmaz. Boyunuzu aşan sorunlarla karşılaşmamanızı, öfkelenerek yaptığınız fedakarlıklardan kurtulmanızı ve daha huzurlu, konforlu ve mutlu olmanızı sağlar.

Bugün bir iyilik yapın kendinize ve bir kitap alın “MÜTHİŞ PSİKOLOJİ” diye. Kendinizden bir şeyler bulacağınıza, size iyi geleceğine garanti verebilirim. Yeter ki deneyin ve isteyin.

Öneri kitap: Müthiş Psikoloji / Hayır Diyebilme Sanatı, Sınırların Kadar Özgürsün Yayınevi: Destek Yayınları

Pınar Yeşiltay Sevim

17 Şubat 2020


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —