SERDAR ERKAN

Tarih: 01.09.2019 15:23

GAZİ MUSTAN KERİM AMCA...

Facebook Twitter Linked-in

           Arslanköy mezarlığında onlarcası gibi sessiz yatan, artık torunlarının torunları tarafından unutulduğu için, mezarı çalıların arasında kalmış bir istiklal savaşı gazisidir;

          Mustan Kerim Amca...

          Onun bu yazının konusu olmasının nedeni, 26 Ağustos 1922’de sabaha karşı 05:00’de Başkomutan Mustafa KEMAL’in emri ile siperlerinden fırlayarak. 30 Ağustos’ta düşmanı yenip ve kalanları kovalıyarak, 9 Eylül’de İzmir’e ilk giren, aydınlık ve özgür günlere inanan binlerce Mustafa KEMAL’in askerinden biridir.

          İşgal günlerinde, Toros dağları eteklerindeki, Efrenk köyünden(Arslanköy), TBMM Başkanı ve Başkomutan Mustafa KEMAL’in Anadolu’ya çağrısı üzerine, kardeşi (Kara) Mustafa ile birlikte cepheye koşup gelmiş, kıyafeti ve silahı Tekalif-i Milliye yasası ile temin edilmiş bir kurtuluş savaşı gazisidir, O.

         On’lar ki vatan sevgisi ile büyük taaruzdan önce, oradan oraya günlerce cephede, tam techizatlı gece-gündüz yayan yer değiştirmiş, günde bir kez verilen “Bir parça ekmek ve tayınla” verilen kumanya ile yetinmek zorunda kalan vatan evlatlarıdır.

         Yıllar sonra, köyüne (Arslanköy)döndüğünde, ilkokulun öğretmenleri tarafından, her yıl bayramlarda ve milli günlerde ilkokula diğer gaziler gibi davet edilip, öğrencilere anılarını anlatmalarını istenecektir...

         O ‘da ölünceye dek, bu davetlere koşarak gelmiş ve anılarını aynı heyecanla, kendini pür dikkat dinleyen küçük öğrencilere anlatmış ve sonra da, onların meraklı sorularını yanıtlamıştır.

         Bu anlar, onların en heyecan duyduğu anlarıdır.

         Birgün gene böyle bir davette bir öğrenci, “Mustan KERİM Amca, kardeşin nerede, o niye hiç gelmiyor okulumuza?” diye sorar.

         Koca gazinin gözleri dolar ve ”26 Ağustos günü hücuma kalktığımız siperde düşmanla savaşırken yanımda, düşman ateşi ile öldü” der. Sınıfta büyük bir sessizlik olur. Başka bir öğrenci merakla, “O zaman sen çok üzülüp, moralin bozulduğu için savaşı bırakmışsındır değil mi Mustan KERİM Amca?” diye sorar.

         Koca Gazi, “Hayır“ der, büyük bir ciddiyetle.

        “Mustafa KEMAL’in bize emri vardı, “İlk hedefiniz Akdenizdir” diye, bu nedenle üzülmeye, yas tutmaya vaktimiz yoktu ki a guzuuum” der ve devam eder. “Hemen silahımı elimle yanımdaki asker arkadaşıma verdim, elime geçirdiğim bir kazma ve kasatura ile bir dere yatağının içinde bir mezar kazdım. Duasını kendim okudum, kardeşimi gömdüm...” der.

          Bütün sınıf, pür dikkat, gazinin gözlerinden akan iki damla gözyaşına odaklanmış, sınıfta büyük bir sessizlik vardır.

         Tüm öğrenciler şaşkınlıkla, daha sonra söyleyeceklerini beklerler. Boğazı düğümlenen gazi yutkunarak, “Çantasını açtım emanet götüreceğim bir hatırası var mı diye?’. ”İçinden babamın ona da verdiği bir sarı lira ile bir tutam at yoncası çıktı” diye devam eder.

         Onları ve kardeşimin silahını ve fişeklerini aldım, koşarak önde giden arkadaşlarıma yetiştim. 9 Eylül’de İzmir’e büyük bir coşku ile girdik...” diye sözlerini tamamlar.

        (Mustafa KEMAL çevresindekilere, İzmir’e 15 gün içinde gireceğimizi söylemiştir, Mustan KERİM Amca gibi adsız kahramanların özverisi sayesinde bir gün daha kısa, 14 gün içinde girilmiştir).

        Bir başka öğrenci, “Çantasından neden at yoncası çıktı Mustan KERİM Amca?” diye sorar. Gazi bütün doğallığı ile, “Acıktığımızda yemek için a guzuuum” der.Başka bir öğrenci, “Neden sarı lirayla ekmek almadınız da, yonca otu yemek istediniz?” diye masumca sorar.

        Mustan KERİM: “Savaşta parayla yemek yiyecek, ne fırsatımız nede bir ortamımız vardı a yavrum” der.

        Sınıfta herkesin gözleri dolmuştur...

        Bu anıyı Mustan KERİM Amca’yı okulda dinleyen torunlarından, Dicle Köy Enstitüsü mezunu amcam Semaittin ARIKAN köyde mezarı başında başında bana anlattığında benimde gözlerim dolmuştu.

        Bir dua okuyarak mezarı başından karmaşık duygularla ayrılmıştım...

       İşte 30 Ağustos, bu ülkenin Sevr anlaşmasıyla parçalanmaması, madenlerinin ve zenginliklerinin torunlarına kalması için, savaşta ölen kardeşinin savaşın acımasızlığı içinde, acılarını bile yaşayamayan bir kuşağın binlerce anlatılmamış öyküsünden, tesadüfen biriydi duyduklarım.

       Bu günlerde, 30 Ağustos Zaferi’ni yaşarken, aklımdan “Kazdağları Direnişi” geçti. Silahla işgal edilemeyen ülkenin, kravatlı ve içi para dolu bond çantalı yabancıların, gizli anlaşmalarla maden sahalarımızın işgaline ve doğal varlıklarımızın hoyratça talanına direnişin adıydı Kazdağları.

       Bu direniş, aynı zamanda acılarını bile yaşamaya fırsat bulamayan bir kuşağın torunları olarak şehit ve gazilerimizin anılarına ve emanetlerine sahip çıkmak içindi.

       Anadolu’da yeni bir isyanının adıydı “Kazdağları Su ve Vicdan Nöbeti”... Anayasamızın 56. maddesi gereği: “Sağlıklı bir çevrede yaşamak herkesin hakkı ve ödevidir”.

       Bu nedenle anayasal güvence altına alınmış, yaşam hakkımızı savunmak için, “nöbet ve mücadele ödevi” şimdi bugünkü kuşakların...

serdarerkan

          Serdar ERKAN


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —