DOÇ.DR.CENGİS T. ASİLTÜRK

Tarih: 28.01.2021 21:33

ÇAĞIN SON FLANEURÜ ERHAN ÇİPA

Facebook Twitter Linked-in

         Tanıdığım tek Flaneurdür Erhan Çipa. Flâneur (flanör diye oku), Fransızca bir kavram. Fransızcanın da Parisçesi esasen. Çünkü bu kavram, ruhuna, bilinirliğine ve niteliğine orada kavuştu. Kim bilir, belki de orada fısıldandı ilkin bir kulağa...

Fotoğrafçı Atget'nin insansız tasavvur edip insansız fotoğrafladığı sokakların zıddı bir panoramik dünyada dolaşır flâneur.

Paris sokaklarının insansız hali ne kadar önemliyse Atget için, flaneur kavramını ilk kişi olarak ve ilkin 1863'te Le Figaro'da yer alan Le Peintre de la Vie Moderne (Modern Hayatın Ressamı) adlı yazısında geçiren Charles Baudelaire için de insanlar arasında dolaşmak o kadar önemli. Çünkü bugün şehir denilen bir yer var, kalkılıp gidilen, esasen kalabalıklaştığı için şehir adıyla anılan... Daha doğrusu kalabalıkların kurduğu ve hep birlikte yaratılan kaotik dünyadan sıkılmayan insan kitleleri, yani kalabalıklar demektir her şeyden önce şehir...

Flâneur, Erhan Çipa'dır, yani kenti gezmek için hevesi ve zamanı olan kişi... Yapılan, olumlu anlamda bir aylaklık... Çağın bozamadığı, çağın dalgasına kapılmamış, çağın köleleştiremediği birey, bu tanımı yapılan... Köle değildir, çünkü telaşsız, acelesiz, sakin, hareketleri yavaş, dolayımsız biçimde özgür insan flâneur. Öylesine özgür ki, bisiklet ve araba kullanma zorunluğu olmadığı gibi, başkalarının kullandığı herhangi bir aracın içinde kapalı, tutsak, zorunlu olmaya da mahkum değil; yaya olarak girer çıkar sokaklara, bir araca bağımlı kalmamanın rahatlığı içindedir. Acele etmeksizin yürür, gördüklerini anlamlandırır, gerektiğinde başkaları için de yorumlar.

Sokaktaki kalabalığı oluşturan tek tek kişiler gördüklerini görmeden, onlarla arasında bağ kurmadan, ne olup bittiğini ve birbirlerini tam olarak algılamadan bedensel açıdan devasa bir makinenin dişlileri, vidaları, sair aksamları gibi işlerken; flâneur yalnızlığını seçtiği için hem yalnızlığının hem de kalabalıkların farkındadır. Gösteri ya da eğlence için toplanmış kitleler kendi eylemlerinin tam olarak bilincinde değilken; flâneur, işin ruhuna dair, onların ne yaptığının da farkındadır.

Esrik bir zihinle dolaşma halindedir, ama baştan beri de kendindedir ya da en küçük bir sıradışılık onun dikkatinden kaçmaz. Flâneur, başkent sokakkarında bir film kamerası dikkatiyle dolaşan romancı Kemal Ateş'tir esasen... Baudelaire’in flâneurüdür bugün de sokakları aynı bilinçle ve aynı itizlikle dolaşan adam... Çünkü o 1860'lardan beri hâlen dünyan merkezinden gözlemler dünyayı. Dünyadan saklı, ama tutkulu bir gözlemci. Bu nedenle insanlarıyla beraber anlar şehrin ruhunu... Anlatının olumlu kahramanı...

Walter Benjamin, şaire adeta bir karşı cephe açtı, çünkü o flâneur’ün entelektüel niteliğini vurgularken; onun her şeyden önce kendini, içinde bulunduğu toplumda tedirgin hisseden biri olmasını bir olumsuzluk diye niteledi. Yazmaya 1927'de başladığı Pasajlar adlı bakma ve sezme hazinesinde; flâneur'ü sokaklarda işsiz, güçsüz, aylak dolaşan biri olarak resmetti. Bizim Erhan Çipa, Allahtan, emekli; zamanında yeterince çalıştı, şehri arşınlamayı en doğal hakkı haline getirdi.

Benjamin, şehirdeki yığınların, o devasa makineyi işlerinin peşinde koştururken kurup işletmesini överken, flâneur'ü onlara karşı bir protestocu, ama esasen terk edilmiş bir kişilik gibi gördü. O, yabancısı olduğu yeni bir dünyada bulmuştu kendini. Modernitenin ve sanayi sonrası şehirde kurulan hayatın bir kurbanıydı.

Övgü ya da yergiye değer bulunmuşluğuyla flâneur, her kim olursa olsun, bazen Baki Ayhanvari ya da Yelda Karataşvari bir şairden, bazen Kemal Ateşvari bir yazardan, bazen Bedri Baykamvari bir ressamdan, bazen Ömer Kavurvari bir yönetmenden insanlığa yansıyan bir şehir gezgini...

Flâneur'ün sıradan insandan farkı, bir sanatçı kimliğinde temellendiğinde, örneklerden de sezilebileceği gibi, zaman olgusu üzerinden ölçülebilir. Şehir, zaman demek değil midir bir yerde? Ama flâneur'ün zamanı algısı ile sıradan insanın zamanı algılayımı çakışmaz... Flâneur kavramı ortaya çıktığında hayatın akışı aynı değildi dönemin kentli burjuvazisi ile flâneur için. Zaman farklı işliyordu bu iki tarafın zihin evreninde. Burjuvalar için zaman elzem gereksinimdi, ötekinde hesap dışı...

Çağın flâneur'yle, ondan çok farklı ve klasik kandaşlarına yakın bir algıyla şehir dünyasına bakan bu yazının kahramanı Erhan Çipa karşılaştırıldığında esas fark şuymuş gibi görünüyor:

Çağdaşlar, öğrenmeye ve bilgiyle donanmaya değil de tüketmeye, eğlenmeye, ortamda görünür olmaya, esasen tükenmeye eğilimli. Görenin yerini görülen, öznenin yerini nesne, öğrenenin yerini eğlenen, boksörün yerini amigo, koleksiyonerin yerini salt tüketen, hayatın kaygısını duyanın yerini edilgen bir aldırmayan almış görünüyor. Öyle ki, Erhan Çipa klasik, ama gerçek bir flâneur olarak dolaşır şehr-i İstanbul'u... Dikkatli bir göz onu hemen fark eder, daha yürürken gördüğü ve farkını algıladığı bir şeyi fotoğraflama tarzından. Bir tabancayla ateş eder gibi kullanır fotoğraf makinesini. Kolunu kaldırır, zaten küçük fotoğraf makinesi hep elindedir kendisi an'ın da peşinde olduğu için ve ateş eder, yani deklanşöre basar, fotoğraf olmuştur.

Böylece bu çağın gerçek anlamda son flâneur'ünün hem koleksiyoner kimliğini hem de şeyleri görme doğasını ayırt ederiz..

Dr. Cengis T. Asiltürk


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —