DOÇ.DR.CENGİS T. ASİLTÜRK

Tarih: 07.07.2020 21:10

BİR ARKADAŞIM Erhan Çipa BİRKAÇ DOSTUM VE PLATON'UN MAĞARA EĞRETİLEMESİ

Facebook Twitter Linked-in

           Platon, biliyorsunuz, varsayımsal bir yolla bir mağara koyar karşımıza...

Varsayalım ki... Bir mağaranın önünde, sırtları dışarıdan gelen ışığa, yüzleri mağaraya dönük olarak var olmuş ve ömürleri boyunca dışdünyayı hiç görmemiş insanların gördükleri tek şey, mağaranın duvarına yansıyan, dışarıdan, arkalarından geçen hayvanların, insanların, nesnelerin gölgeleridir.

              İŞTE HAYATIN YANSIDIĞI DUVAR, İŞTE SİNEMA PERDESİ...

Mağaranın önünde varoluverdikleri varsayılan ve gerçeğin kendisini (şimdi Piskopos Berkeley'in ayakları yere basmayan görüşlerini geçelim bir kalem) hiç görmemiş o insanlar için, 'gerçek' olan şey, nesnelerin gölgeleridir.

Burada Fransız Yeni Dalga Sinemasının, özellikle Alain Rasnais, manevi büyükbabam Alain Robbe Grillet, Claude Chabrol, François Roland Truffaut kadar esas oğlanlarından Jean-Luc Godard'ın sözünü de anımsayalım: 'Fotoğraf gerçeğin bir yansıması değil, yansımanın bir gerçekliğidir.'

Bu nasıl bir söz böyle?

Godard'ın, Berkeleyci olmasına ramak kalmış? Neyse, kendi bilir...

Sırtını gerçek dünyaya dönüp, ufkunu mağara duvarına yansıyan (gölgeler, aynaya yansıyan görüntüden daha güvenilmez) görüntülerle sınırlandıran adamlardan birisi, aklına ne domuzluk düştüyse artık, kurtulur ve dış (esas) dünyaya bakar. Işık gözlerini yakıp kavurur, adam kör olmanın sınırından döner, ama gerçek ile karşılıklı durmak için bu tehlikeyi göze almalıdır insan. O da öyle yapar...

Şimdiye kadar 'tam da gerçeğin kendisi' zannettiği gölgelerin, aslında gerçeğin karanlık bir yansısı olduğunu anlamaya başlar... Gerçek karşısında büyülenen bu kaçkın kahraman, ki Walter Benjamin boş yere, 'yolculuktan dönenin anlatacak hikâyesi vardır' demediği için, doğduğu topraklara, mağaraya geri döner, orada hâlâ sırtları dış dünyaya dönük bir halde oturan ve mağaranın duvarından gerçeğin sadece gölgelerini izlemekte olan insanlara 'gerçeğin ne olduğunu' anlatır.

İnsanlar böyle şeyleri sevmezler ne yazık. Gözünü açan birine teşekkür ettikleri pek vaki değildir, homurdanırlar, kin duyarlar, öldürürler. Easy Rider filminde der ya, 'malum kişilere özgürlükten söz ederseniz size kızarlar, özgür olmadıklarını söylersen öfkelenirler, özgür olmaları gerektiğini söylersen öldürürler' diye, işte öyle bir şeydir bu da...

Bilimsel bir oluşumda birlikte konuşmacı olduğum bir Hintli, 'sıradan insanlar ömürleri boyunca gerçeği bir kez ya görürler ya göremezler, ama bilginler ve sanatçılar gerçekle her an yüz yüze yaşarlar 'demişti; 'sıradan insan kimdir, bilmiyorum, ama bilgin ya da sanatçı olmayanların tümü kastedilmişse, karşı düşüncedeyim, zira ne bilgin ne de sanatçı olduğu halde gözlemci, titiz, meraklı, bilge, sonuç çıkartabilen kişiler tanıdım.

Gerçeği hiç görmemiş insanların kimileri için gerçeğin esasında ne olduğunu kabullenmek kolay değildir, kimileri için mümkün de değildir. Onların idrak kabiliyeti sınırlandırıldığı için...

Platon'un derdi neydi, onu mağara eğretilemesi kurmaya yönelten neydi? Anlayanın, tüm donanımlarına karşın, anlamayana anlatamayacak olması olmasın sakın?

Olabilir... Ama yönetmen Edward Dmytryk de, 'siz anlatabilmişseniz (film yoluyla hikâyenizi) anlamayan insana hiç rastlamadım' diyor, ki bana da haklı görünüyor, hocamın bu sözü.

Erhan Çipa, benim yaramaz/haylaz arkadaşımdır, esasında mağaranın önünden de birlikte kaçtık, baktık otur otur bir şey değişmiyor... Hatta ilkin o bana dedi, 'gidip bir bakalım, bana sorarsan, şu gölgeler varsa, gölgesi düşen şeylerin kendileri de mutlaka vardır bir yerlerde' diye...

Önce ışığı, ardından gerçeği görmeyi onun cesaretine borçluyuz birlikte. Işığı ve gerçeği o nesneler dünyasında aramaya çıktığımız serüveni göze almamıza benim de bir katkım var mı? Sanırım var... Çünkü serüvenlerimizi, yolculuğa çıkmayı teklif edenler kadar, birlikte yolculuğu göze alanlara da borçluyuz.

Biz böylece ışığı görmeyi, zihnimizin yorulmasını, gerçeğin yakıcı tenini okşamayı, doğru sözü duyup şaşırmayı göze aldık. Esaretin zincirlerini kırmayı yeğledik. Bunun çilesine katlandık. Simurg olduğumuzu başka nasıl anlayabilirdik yolculuğu göze almadan? Hamdık, piştik böylece... Tembellik dolu bilmeme mutluluğuyla yetinmedik.Gerçeklerle yüzleştik. Özgür flaneurlar(*) olduk. 'Yıkanmak İstemeyen Çocuklar Olalım' dedi Ünsal Oskay, biz de öyle olduk, şükürler olsun...

Ben şimdi mağaradan çıkmak istemeyenleri, hayatın ne kadar gerçek ve güzel olduğuna ikna etmeye çabalıyorum, Erhan Bey, bazen benden daha romantik olsa da, bu kez benden daha gerçekçi davranıyor, 'bırak uğraşma, yürümek isteyen yola çıkar, biraz cesareti olan zaten bizle gelirdi' diyor bana...

______________________

(') Flaneur, yaşamın içerisinde kendi hakikatine ulaşmak adına yersiz yurtsuzluğu seçmiş kişidir. Flaneur, düşünce gücünü çoğunlukla hareket halinde olmasından alır. ... Flaneur kavramı, 20. Yüzyıl filozoflarından Walter Benjamin'in Pasajlar adlı kitabında ele aldığı konulardan biridir.

Dr.Cengis T.Asiltürk


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —