Toplumların yönünü belirleyen en temel unsurlardan biri ideolojilerdir. Bir fikrin, bir duruşun, bir dünya görüşünün adı olan ideoloji; bireyin hayata nasıl baktığını, devletin nasıl yönetildiğini ve toplumun hangi değerler etrafında şekillendiğini belirler. Ancak bugün karşı karşıya olduğumuz en büyük sorunlardan biri, ideolojik zeminin ilkesel olmaktan çıkıp “yüzer gezer” bir hâl almasıdır.
Burada yaşanan değişim kimi zaman “çağın gereği”, kimi zaman “geleceğe uyum”, kimi zaman da “gelişim” gibi kavramlarla meşrulaştırılmak isteniyor. Oysa bu savrulmanın ne gerçek bir gelişimle ne de geri kalmışlıkla doğrudan bir ilgisi vardır. Bu değişimlerin büyük bölümü, sadece bir bahanenin arkasına sığınmaktan ibarettir. İlkesiz dönüşlerin adı gelişim olamaz; bu ancak sorumluluktan kaçışın, dün söylenenin hesabını vermekten kurtulmanın kibar bir kılıfıdır.
Dün savunulanla bugün savunulan arasındaki keskin çelişkiler artık kimseyi şaşırtmıyor. Aynı kişi, aynı kurum, hatta aynı siyasi yapı; çok kısa zaman aralıklarında tamamen zıt tutumlar sergileyebiliyor. İlke yerine çıkarın, duruş yerine konjonktürün belirleyici olduğu bu anlayış, toplumda derin bir güvensizlik yaratıyor. Çünkü insanlar neye inanacaklarını, kime güveneceklerini, hangi sözün yarın da geçerli olacağını kestiremiyor.
Yüzer gezer düşünceler en çok gençleri etkiliyor. Dün doğru denilen bugün yanlış, dün yanlış denilen bugün doğru ilan ediliyor. Bu zihinsel karmaşa; sorgulamayan, yönünü pusuladan değil rüzgârdan alan bir kalabalık doğuruyor. İlkesizliğin normalleştiği bir ortamda ahlaki değerler de hızla aşınıyor; emek, liyakat, adalet ve sorumluluk gibi kavramlar içi boş sloganlara dönüşüyor.
İdeolojik tutarsızlık sadece düşünce dünyasını değil; ekonomiden adalete, eğitimden güven duygusuna kadar her alanı doğrudan etkiliyor. Çünkü bir ülkede fikirler sabit değilse, kurallar da sabit olmaz. Kurallar sabit değilse, gelecek de güvenli olmaz. Güvensiz bir toplumda ise ne yatırım olur, ne huzur sağlanır, ne de gerçek bir kalkınmadan söz edilebilir.
Çözüm, yeniden ilkeye dönmekten geçiyor. İdeolojiyi kör bir dogma olarak değil; ahlaki bir duruş, tutarlılık ve toplumsal sorumluluk bilinci olarak yeniden tanımlamak zorundayız. Dün ne söylediysek bugün de arkasında durabilmeyi, şartlar değişse de adaletten, insan onurundan ve emekten yana saf tutabilmeyi bir erdem hâline getirmeliyiz. Ancak o zaman, değişimi bahane eden bu savrulmalardan kurtulabilir; geleceği sağlam bir vicdan ve güven zemini üzerine kurabiliriz.
Benden bu hafta bu kadar hoş kalın.
